BU DEVRİN BABALARI…

Konu başlığına bağlı kalarak öncelikle geçmiş devrin babaları ile yazıma başlamak istiyorum.

-Amacım maziyi karalayıp, kendimize pay çıkartmak asla değildir.

Olayları yorumlarken mutlaka tarihi şartlarının içerisinde değerlendirip ona göre yorum yapılması gerektiğini de biliyorum!

Bizler altmışlı yıllarda köy yerinde doğmuş olanların büyük bir bölümü; ya inşaat işçisi veya çiftçi bir babanın çocuklarıyızdır. Ne de olsa, dönem tarım toplumunun yoğun olduğu bir dönemdir.

Yani hangi şart olursa olsun ekonomik ve kültürel olarak çocukluk/gençlik dönemlerimiz de durumumuz iyi sayılmazdı.

O yıllar bugün ile kıyaslandığında mukayese edilemeyecek kadar hayat şartları çok zordu.

-Çalışılan işler genelde sigortasız işler olur, sağlık harcamaları için aile büyüklerimiz büyük bedeller ödemek zorunda kalırdı.

Anne ve babaların Allah vermiş de çocukları olmuş ise; en büyük dilekleri,

-Çocuklarımız büyüse de, bir işin ucundan azıcık tutsa, biz de az biraz nefes alsakgibilerinden olurdu.

Çocukluğumuzda en lüks ayakkabı, Sümerbank’ın ürettiği ayakkabılar olur, genelde kara lastik tabir edilen lastiklerden giyerdik. Ergenlik yıllarımıza kadar beyaz bir iç çamaşırı giydiğimiz söylenemez.

O dönemler her evde bir dikiş makinası olur, Annelerin tamamı dikiş yapmasını bilirdi. İç çamaşırlarımızı annemiz diker, yine annemizin diktiği pijamalarla sokakta oynardık.

Kıyafetlerimizi seçme şansımız hiç olmazdı.

Hiç unutmam!

-Ortaokul yıllarım, okulum için bir ceket alınması gerekiyordu. Babam tam on yıllık hesap yapmış, Allah rahmet eylesin Aslan amcanın manifaturasından bir ceket almıştı. O zamana kadar kim bilebilirdi ki! Bir ceketim olacak, hayatımın akışı değişecek.

Yeni ceketimle katıldığım ilk derste öğretmenim beni tahtaya kaldırmış, bu ceket midir? Yoksa pardösü mü? diye sınıfça tartışma konusu yapmıştı.

-Onurum kırılmış, yüzüm kızarmış, belki de kendi içimde fırtınalar yaşamıştım.

Bizim çocukluğumuzda; çocukluk gururu diye bir kavram henüz edebiyatımıza girmediği için bu durum kimsenin umurunda bile olmamıştı.

O ceket sonrası, beni sevdiğine inandığım, çocukluk aşkım diyebileceğim kız beni terk etti. Özgüvenimi kaybettim, yıllarca o anı hiç unutamadım.

-Ey ceket! Sen nelere kadirsin.

Bizim kuşağın babalarının en büyük başarısı, çocuklarının karınlarını doyurmak, üzerlerine bir şeyler giydirmek, bir de barınmak için kafalarını sokabileceği evlerinin olması.

-Babamla birlikte hiç oyun oynamadım. Birlikte hiç gezmedik, el ele tuttuğum zamanı dahi hatırlamıyorum.

Acıların, yaşanmış kötü hatıraların sana kazandırdığı tecrübe sonrası, gün gelmiş baba olmuşsun.

Biraz da imkânın el vermiş ise, istiyorsun ki,

-Çocukların senin yaşadığın olumsuzlukları hiç yaşamasın. Mutlu bir çocuklukları, güzel bir gençliği olsun.

Hayal edip yapamadığın ne varsa, çocukların yaşasın istersin. Onların bu mutlulukları kendin yaşamışçasına mutlu eder seni.

Bazen ipin ucu kaçar. Senin fedakârlık olarak gördüğün şeyler, çocukların tarafından sıradan karşılanır;

-Ne var ki bunda, herkes benim gibi yaşıyorgibilerinden bakılır.

Artık devir değişmiştir, devirle birlikte baba bakış açısı da farklılaşır.

-Yavrularım için daha fazla ne yapabilirim.

Mantığı bilinçaltına yerleşir. Bir koşturmacadır sürüp gider. Artık yaptığının bir fedakârlık değil, sıradan rutin işler olduğu sana dikta edilir, edilmezse bile sen artık o yaşam şekline kendini kaptırıp gidersin.

Yıllarca hesap sormaya kıyamadığın evlatların, gün gelir sana hesap sorar olur. Zamanla buna da alışırsın.

Ömrün hep kendi doğrularını anlatmakla geçmeye başlar.-Yüzlerine söylemeye çekindiğin hataları, gün gelir evlatların tarafından maharet gibi algılanır.

Yani şimdi yazdım, lakin! Necip Fazıl’ın dediği şu söz geldi aklıma;

-Bana bir ben lazım, bir de beni anlayan, Beni bir ben anlarım, bir de beni yaradan.

Aslında bizler zamanımızın asr-ı saadet dönemini yaşıyoruz. Sıcacık yuvamız, hesapsız aşımız var.

- Şikâyet edilen şimdiki yaşam, bir zamanlar hayalini dahi kuramadığımız dönemlerdir.

*

Babamı hep çok sevdim, yine çok seviyorum. Geçmiş ile ilgili hiçbir hesabım yok. Yapılması gerekenler yapılmış, imkânlar nispetinde çocukluğumuz yaşatılmıştır.

Bu yazıyı benim babam yazsa. Belki de yazıya şöyle başlardı.

-Evimizi yıktıklarında, beşikteymişim. Evsiz kaldığımızda kış yeni başlıyordu. İki yaşında babasız kaldım. Başımı okşayacak bir babam hiç olmadı. Fakirlik bir kaderdi kırklı yıllarda. Babam öldüğünde beyaz kefen bulamamışlar, köylünün verdiği yorgan yüzü ile defnetmişler babamı. Çok şükür biz çok iyiyiz. Yiyecek aşımız, başımızı sokacak barınağımız oldu.

Benim babam bir kahramandı, en zor şartlarda bizleri büyüttü, bu huzurlu günleri yaşamamıza vesile oldu.

-Onunla gurur duyuyorum.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Bayram Akyüz - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak NetGaste Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan NetGaste hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler NetGaste editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı NetGaste değil haberi geçen ajanstır.